Sayfalar

20 Kasım 2010 Cumartesi

tutunamayanlar-oguz atay

..."önce kelime vardı." diye başlıyor yohanna'ya göre incil. kelimeden önce de yalnızlık vardı. ve kelimeden sonra da var olmaya devam etti yalnızlık... kelimenin bittiği yerde başladı; kelime söylenemeden önce başladı. kelimeler, yalnızlığı unutturdu ve yalnızlık, kelimeyle birlikte yaşadı insanın içinde. kelimeler, yalnızlığı anlattı ve yalnızlığın içinde eriyip kayboldu. yalnız kelimeler acıyı dindirdi ve kelimeler insanın aklına geldikçe, yalnızlık büyüdü, dayanılmaz oldu. selim işık yalnızlığını kelimelerle besledi. kelimelerin anlamını bilmeden önce tanıdığı yalnızlığı kelimelerin içinde yetiştirdi. eski yaşantılarının hastalığından yeni kalktığı sırada, aldırışsız kelimeler konuşurken, eski yaraların eski kelimelerinin göğsüne saplandığını duydu birden; sustu kaldı. kelimeler, yalnızlığını yaşamasına da bırakmadılar onu. her yandan kuşatıp saldırdılar. kullandığı kelimeler de dönüp ezdi onu, soluksuz bıraktı. sonra, yatağından fırladı birden selim; bütün kelimeleri ve yaşantılarını ezdi ayağının altında. güneşe çıktı. güneş, gözünü acıttı bir süre sonra, perdelerini kapayıp kelimelerin karanlığına döndü. birtakım kelimeler bağışladı onu; aralarında gene yaşamasına izin verdiler. bu kelimelerle birlik olup amansızca saldırdılar başka kelimelere: aşağılayan, ezen, soluk aldırmayan kelimelere. yendi, yenildi; sonunda gene yenildi. kelimelere, kelimelerle birlikte açtığı savaşta. yalnızlık hep oradaydı...

buyuk can dedi ki:

Kovalamayin beni yataga

Hic uykum yok

Daha lafiniza karisacagim

Ortaligi dagitacagim

Televizyonu kapatacagim

Aycicegi resmi yapacagim daha

Basparmagima siir okuyacagim

Islik calacagim

Daha cok isim var

Gecenizi karartacagim

Kutahya vazonuzu kiracagim

Vakitsiz yatirmayin beni

Daha cok erken

Can Yucel


kaç kişiyi öldürdüm düşlerimde
kaç kilo çekerdi yalnızlık
kaç kere ezildim altında
yaz yağmurlarının

belki de palyaçolar ağlardı pazartesi sabahları
her sirk geldiğinde ağlamaklı olurduk
hep ağlamaklı olurduk gülünecek halimize

kim sevmezdi çiçekleri filan
”ben sevmezdim” dedim, “yalan” dedi

bunu palyaço söyledi,
palyaço söyledi ben yazdım
yazdım, yazmasam ağlayacaktım

herkes ağlarmış biraz, ben de ağladım
sırf bu yüzden mi ağladım
alçaklık gibi bir şey oldu bu biraz

biraz birazdım her şeyden
dün biraz sinirlenmiştim mesela
yarın bir kadını seveceğim biraz
biraz biraz kör oldum bügünlerde

ama rakı kadehlerini boşaltmayın
eksilmesin hiçbir şey
hiçbir şeyden dahi olsa
kalsın biraz

ii.

umursamıyorum yılgınlığımı filan
çünkü sessizce yaşanmalı her şey
bir devrim sesszce olmalı mesela
ve her sözcüğüne inanmalı bir palyaçonun

bir palyaço neden yalan söylesin ki
ben palyaço olsaydım söylemezdim
marangoz olsaydım da söylemezdim
ben insan olsaydım yalan söylemezdim!

hem nereden çıkardınız palyaçonun yalnızlığını
kaç kilo çeker ki bir palyaço
hem neden yüzüme vuruyorsunuz
bir çirkin ördek yavrusu olduğumu

gocunmam ki ben, ben gocunmam
bir palyaço ne kara gocunmazsa
o kadar, o kadar gocunmam işte

rakı doldurun! eksilmesin

iii.

bitmedi, yazacağım daha
yazmazsam ağlayacağım çünkü
alçakça olacak biraz

hem biz o zaman kimdik ki, nerelere giderdik
her sokakta biraz daha eksilirdik
bilirdim, geceleri puslu puslu olurdu bazen
bazen birisi fısıldarmış gibi olurdu
”duyamadım”, derdim, “tekrar et!”
sessizliğe bürünürdü o vakit her şey
sokaklar daha bir puslu
palyaçolar daha bir ağlamaklı olurdu
ve ben daha bir alçak olurdum
ağlardım biraz

hem sen kimsin, çekiştirme diyorum
hatta kuyruğuma basma diyorum
acıyor, tırmalarım,-
diyorum

kahrol, kahrol!
diyorum

iv.

geçen gün yüzüme rastladım bir ilan panosunda
korktum birden, kusacak gibi oldum
”olur öyle” dedi palyaço,
”herkes alçaktır biraz”
”otur ulan!” dedim, bağırdım ona
ben bazen bağırırım biraz

”rakı doldur!” dedim, “eksilmesin!”
ben bazen eksilirim biraz
aslında hepimiz eksilirmişiz biraz
bunu sonradan öğrendim

ben aslında her şeyi sonradan öğrendim
herkes herkesi sonradan öğrenirmiş
bunu da sonradan öğrendim

örneğin;

geçen gün bir kadınla seviştim
biraz değil çok seviştim

ya işte öyle palyaço
diyorum ki,
bunu da yeni öğrendim
sevişmek de eksilmekmiş biraz

v.

kim sevmezdi ki kuş ötüşlerini filan
”ben sevmezdim” dedim, “yalan”
dedi
bunu palyaço söyledi
palyaço söyledi, ben yazdım
yazmasam, alçak olacaktım
hem ben roman da yazdım biraz

bazen diyorum ki, palyaço,
sen olmasan ben ne yaparım
alçakça eksilirim belki biraz
her yağmur yağışında yerindi dibine girerim
hiçbir kadının kasıklarını öpemem belki
ya da unuturum sonradan öğrendiklerimi

biraz biraz anlıyorum ki,
yüzler eller, o terli vücutlar filan
her şey plastikmiş biraz

vi.

haydi sirtaki yapalım palyaço
rakı doldur, yine eksildik biraz

Turgut Uyar

5 Temmuz 2010 Pazartesi

1984


Michael Radford'un yönettiği film George Orwell'ın aynı isimli kitabından sinemaya uyarlanmış. Korku ütopyasında yaşayan insanlar ve düşünmenin dahi suç oldu bir düzen...1984 filmi yanlızlığın, korkunun en güzel anlatıldığı filmlerden. Aşk ve tutkunun düşman sayıldığı bu düzende yalnızca tekdüzelik ve itaat hakim...Big Brother is watching you.!

http://www.imdb.com/title/tt0087803/

2 Temmuz 2010 Cuma

clockwork orange


Stanley Kubrick tarafından yönetilen filmin kurgusu ve mekanlar mutheşem. Anthony Burgess'ın romanından uyarlanmış. Filmin her anı rahatsız edici, sıradışı. Olaylara tersten bakmamıza yardımcı oluyor. Bethoveen'ın 9 senfonisi ve Singing in the Rain'in kullanılışı alışılmışın çok dışında. Replikler ve oyunculuklar da çok güzel. Etkileyici bir filmdi. Herkese izlemesini ve düşünmesini öneriyorum.

http://www.imdb.com/title/tt0066921/ Puan 8.5

24 Haziran 2010 Perşembe

The Shining


1980 yapımı film Stanley Kubrick tarafından yönetilmiş, Stephen King'in romanından sinemaya uyarlanmış müthiş bir film. Filmin ilk dakikasından son dakikasına kadar diken üzerinde izledim. Jack Nicholson'ı hayranlıkla izledim. Danny Lloyd filmde beni en çok geren oyuncu oldu. Kendi kendine yaptığı diyaloglar ve hayalleri çok etkileyiciydi...Filmin geçtiği mekan, filmin ihtişamıyla çok uyumluydu. Herkesin izlemesi gereken bir film, şiddetle öneriyorum...

Charles Bukowski Ekmek Arası Romanından..

"İlgi duymuyordum. Hiçbir şeye ilgi duymuyordum. Nasıl kaçabileceğime dair hiç fikrim yoktu. Diğerleri yaşamdan tat alıyorlardı hiç olmazsa. Benim anlamadığım bir şeyi anlamışlardı sanki. Bende bir eksiklik vardı belki de. Mümkündü. Sık sık aşağılık duygusuna kapılırdım. Onlardan uzak olmak istiyordum. Gidecek yerim yoktu ama. İntihar? Tanrım, çaba gerektiriyordu. Beş yıl uyumak istiyordum ama izin vermezlerdi."

charles bukowski

Bazıları Delirmez

bazıları hiç delirmez
ben, bazen koltuğun arkasında
3-4 gün boyunca yattığım olur
orda bulurlar beni
melaikeymiş derler
sonra gırtlağımdan aşağı
şarap döküp
göğsümü ovarlar
yağ serperler üzerime
sonra kükreyerek kalkarım
atıp tutar, köpürürüm
onlara ve evrene küfreder
bahçeye kadar kovalarım
sonra kendimi çok iyi hisseder
tost ve yumurtanın başına otururum
bir şarkı mırıldanıp
aniden
pembe besili bir balina gibi
sevimli olurum
bazıları hiç delirmez
ne korkunç hayat sürüyorlardır
allah bilir

Pantolonlu Bulut'dan..



Pelteleşmiş beyninizde
kirden parlayan bir kanepede yan gelip yatan semiz bir uşak gibi

hayal kuran düşüncenizi,
kanlı bir yürek parçasıyla tedirgin edeceğim,
dalga geçeceğim, geberesiye küstah ve zehir dilli.

Tek bir ak saç yok ruhumda,
yaşlılığın çıtkırıldımlığı yok onda!
Dünyayı bozguna uğratarak sesimin gücüyle
yürüyorum - yakışıklı,
yirmi iki yaşında.

Çıtkırıldımlar!
Kemana yatırırsınız aşkı siz.
Kabalar, onu trampete yükler.
Fakat, tersyüz edebilir misiniz, kendinizi benim gibi,
Öyle ki, dudaklar kalsın ortada, salt dudaklar!

Çık da gel konuk odasından
gel de bir adam tanı,
kibirli, patiskadan ve melek soylu memur karısı.

Sen ki dudaklar çevirirsin aynı kayıtsızlıkla,
bir aşçı kadın nasıl çevirirse yemek kitabının sayfalarını...

İster misiniz
ten kudurtsun beni,

- ve gök gibi, renk değiştirerek ansızın -
ister misiniz
öylesine yumuşayım, sevecen olayım ki öylesine
hani, erkek değil de, pantolonlu bir bulut desinler bu!

İnanmıyorum çiçekli Nice diye bir yerin var olduğuna!
Benimle göklere çıkarılacaktır yeniden
hastane gibi bayatlamış erkekler,
ve atasözleri gibi yıpranmış kadınlar da...

Vladimir MAYAKOVSKI

23 Haziran 2010 Çarşamba

BEN SANA MECBURUM


Ben sana mecburum bilemezsin

Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum.

Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum sen yoksun.

Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Bir kaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu

Fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor
Eski zamanlardan bir cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum sen yoksun.

Belki haziran da mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telaş içindesin
Kötü rüzgar saçlarını götürüyor

Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin.
Attila İLHAN


Pablo Neruda Kuruntular Kitabı


Dün aksam satın aldıgım bu kitabı bu gece okuyorum. Tam da ruh halimi yansıtıyor. Duygularını essiz bir biçimde anlatıyor Neruda;

Sessiz Olmak

Şimdi on ikiye kadar sayacak
ve hep birlikte susacağız.

Bir an olsun toprağın yüzünde
konuşmayalım hiçbir dilde,
bir saniye duralım,
sallamayalım kollarımızı bu kadar.

Acelesiz, motorlarsız
ne mis kokan bir an olurdu,
birlikte hepimiz
apansız bir gariplikte.

İncitmezdi balinayı
balıkçılar soğuk denizde
tuz toplayan adam
bakardı yaralı ellerine

Yeşil savaşlar hazırlayanlar,
gazlı savaşlar, ateşli savaşlar,
yaşayanı kalmayan zaferler,
temiz giysiler giyerlerdi
yürüyüp kardeşleriyle
gölgede, bir şey yapmadan.

İstediğim karıştırılmasın
kesin eylemsizlikle:
ne yaparsa odur yaşam
bir işim yok benim ölümle.

Götürebilmek uğruna hayatımızı
bu kadar sıradan olmasaydık,
ve bir an, hiçbir şey yapmasaydık,
belki dev bir sessizlik
yarıda kesebilirdi kederini
kendimizi hiç anlamayışımızın,
kendimizi ölümle korkutmanın,
belki de toprak öğretecek bize
ölü görünen her şeyin
aslında canlı olduğunu.

Şimdi on ikiye kadar sayacağım
sessiz olun, ben gideceğim.

Mulholland Dr.


David Lynch'in yazıp yönettiği sarsıcı bir film. Film bittikten sonra soluk alabildim sadece, biraz düşünme zamanı bile zor bulunuyor. Filmin olay kurgusu cok düzensiz, sanki izleyiciden bir şeyler saklarmış gibi devam ediyor film. Simgeler çok etkileyici ve tabiki filmin içindeki geçişler. Filmin derinliğine gömülüp bir daha izlemek istiyorum Mulholland Dr.'i... İzlemek isteyenler acele etsin :)


22 Haziran 2010 Salı

One Flew Over the Cuckoo's Nest


Milos Forman tarafından yönetilen filmde Jack Nicholson, Danny DeVito gibi çok başarılı oyuncular var. Bu film gerçekten oyunculuk açısından cok basarılı bir film. Olay kurgusu çok etkileyiciydi. İnsan davranışlarının değişkenligi cok güzel anlatılmıs.Filmin sonunda cok sasırdım. Ama sıradısı bir film için güzel bir son tabii.

Pablo Neruda...

...Ağır ağır ölür özsaygılarını ağır ağır yok edenler, kendilerine yardım edilmesine izin vermeyenler, ne kadar şanssız oldukları ve sürekli yağan yağmur hakkında bütün hayatlarınca yakınanlar, daha bir işe koyulmadan o işten el çekenler, bilmedikleri şeyler hakkında soru sormayanlar, bildikleri şeyler hakkındaki soruları yanıtlamayanlar.

Deneyelim ve kaçınalım küçük dozdaki ölümlerden, anımsayalım her zaman: yaşıyor olmak yalnızca nefes alıp vermekten çok daha büyük bir çabayı gerektirir.

Yalnızca ateşli bir sabır ulaştırır bizi muhteşem bir mutluluğun kapısına.

21 Haziran 2010 Pazartesi

izlediğim filmler

Art & Copy Doug Pray tarafından yönetilmiş 2009 tarihli bir film. Lee Clow, George Lois, David Kenndey gibi bir çok değerli reklamcını röportajlarından olusan güzel bir film.Ünlü reklamların yaratılış sürecinin anlatıldığı filmde reklam harcamaları ve reklamların medyadaki rolü hakkında bilgi sahibi olabilirsiniz.Özellikle Lee Clow'un röportajı çok etkileyici ve Chiat Day reklam ajansının 1984 yılında hazırladığı Apple reklamı çok güzel...

http://www.imdb.com/title/tt1333631/ Imdb nin puanına aldanmayın bence izlenilmesi gereken bir film.